İmandan Sonra Küfre Sapanlar,

8 months ago
36

İmanla Küfür Arasında Bocalayanlar
İnsana, insan olma şerefini kazandırıp onu "Eşref-i Mahlûk" makamına yükselten en büyük değer, hiç şüphesizdir ki imandır. İman, insanın Rabb'i ile olan diyaloğunu sağlayan bir bağ olduğundan kişi, hayat, Kâinat ve dünya hayatı ile ilgili bütün düşünce, söz ve davranışlarını, Rabb'inin kendisine bildirdiği ölçüler içerisinde düzenler ve artık hiçbir şekilde bu ölçünün dışına çıkamaz. İşte insan, o zaman en üstün bir konuma yükselir.
"Gevşemeyin, üzülmeyin, eğer gerçekten inanıyorsanız mutlaka siz üstün geleceksiniz." (Al-i İmran, 139)
Sözlükte “güven içinde bulunmak, korkusuz olmak” anlamındaki emn (Eman) kökünden türeyen iman “güven duygusu içinde tasdik etmek, inanmak” demektir. “Sağlamlaştırmak, kesin karar vermek, tasdik etmek” manasındaki akd kökünden türeyen itikat da iman karşılığında kullanılır.
İman, yüce Allah'ın varlığı ve birliğine (Tevhid) olan inançtır ki, esasen akıl bunu tasdik eder; vahiy ise, aklın tasdikine yardımcı olur, ona rehberlik eder.
İman, kişinin düşünce dünyasında şüphesiz tam bir teslimiyeti gerektiren bir durumdur. Hiçbir şüphe duymadan yüce Allah’a iman edenlere Kur’an’da Mü’min sıfatı verilmiştir. Mü’min, hiçbir şek ve şüphe duymadan yüce Allah’ın Uluhiyet, Rububiyet ve Melikliğine kesin bir şekilde inanan kimsedir.
İman etmede temel esas, istenerek, coşkuyla şevkle iman edilmesidir. Böyle bir imana sahip olanlar, her zaman ve her durumda yüce Allah’ın ayetlerine karşı hassasiyet gösterirler. Mü’min ve Müslüman, birbirini tamamlayan iki kavramdır. Mü’min olunmadan Müslüman olunmaz. Ancak Mü’min olunduktan sonra Müslüman olunur.
“Şüphesiz ancak Mü’minler o kimselerdir ki, Allah hatırlatıldığı zaman onların kalpleri ürperir ve O’nun ayetleri onlara okunduğu zaman onların imanlarını artırır ve onlar, Rab’lerine tevekkül ederler.
O kimseler, namazlarını kılarlar ve onları rızıklandırdığımız şeylerden infak ederler. İşte gerçek Mü’minler onlardır; onlar için Rab’leri indinde dereceler, mağfiret ve değerli rızık vardır.” (Enfal 2-4)
Mü’minin, kesin teslim olması gerektiğini, Hz. Musa (as)’ın durumunda apaçık bir şekilde görülüyor.
“Ne zaman ki Musa, tayin ettiğimiz vakitte gelip Rabb’i onunla konuşunca, dedi ki: ‘Rabb’im, bana görün, sana bakayım!’ (Rabbi) dedi ki: ‘Beni göremezsin velakin dağa bak, şimdi, şayet o yerinde durursa, o takdirde beni göreceksin!’ Ne zaman ki Rabb’i dağa tecelli etti, onu harap etti ve Musa, çarpılıp yüzüstü düştü; ne zamanki kendine geldi, dedi ki: ‘Sen yücesin, Sana yönelip tevbe ettim ve ben Mü’minlerin ilkiyim!” (A’raf, 143)
“Sen yücesin, Sana yönelip tevbe ettim ve ben Mü’minlerin ilkiyim!” Hz. Musa (as), burada Müslümanların ilkiyim demiyor, Mü’minlerin ilkiyim diyor. Çünkü o burada eylemsel olarak bir hükmü yerine getirmiyor, zihinsel, düşünsel olarak teslim olup iman ediyor.
Mü’min, gönül huzuruyla hiçbir baskı olmadan yüce Allah’a yürekten iman eden kimsedir. İşte böyle iman eden Mü’min bir kimse, Rabb’inin kendisine bildirdiği hükümlere hiçbir sıkıntı duymadan teslim olur. Bu hükümlerin gereklerini, hiçbir sıkıntı duymadan, hiçbir baskı altında kalmadan yerine getirmesi durumunda Müslüman olur.
“De ki: ‘Şüphesiz ben, dini O’na halis kılarak Allah’a gerçekten kulluk yapmakla emrolundum ve ben, Müslümanların ilki olmakla emrolundum.” (Zümer, 11-12)
“De ki: ‘Ben şüphesiz, bu şehrin Rabb’ine kulluk yapmakla emrolundum; O ki, onu kutsal kıldı ve her şey O’nundur! Bana, Müslümanlardan olmam emredildi.” (Neml, 91)
Gerçek iman, insanın Ulûhiyet, Rububiyet ve Meliklikte yalnızca yüce Allah'ı bilmesi, bütün değerleriyle yalnızca O'na teslim olması, şahsi, ailevi, toplumsal, siyasal alanda Rabb’inin belirlediği esaslara uygun yaşamaya çalışarak Müslüman olmasıdır.
İddiasında gerçekten samimi olanlar, yüce Allah'a gereği gibi iman edip Müslüman olan kimselerdir. İman teslimiyeti (Müslüman olmayı) gerektirir, teslim (Müslüman) olmak ise insanın "işittim ve itaat ettim" deyip davranışlarını inandığı esaslara göre düzenlemesi ve hiçbir konuda hissi ve duygusal hareket etmemesidir.
İmanda, şek ve şüpheye yer yoktur
İmanda, en ufak bir şek ve kuşkuya yer yoktur, imanında en ufak bir kuşkuya düşen bir kimse, iman esasını kaybetmiştir.
Gerçek imanın dışında kalan inanış biçimleri ya da bu gerçek imanın herhangi bir bölümünden taviz verilerek iman edilmesi durumunda gerçek imana şirk bulaştırılmış olunacağından bu iman değil, kuru bir bilgidir.
Kur’an’da, böyle bir imana sahip olanlara, -söz ve fiillerine göre- müşrik, münafık, fasık ve mürtet sıfatları verilmiş, bunların kâfirler oldukları bildirilmiştir. Böyle bir bilgiye ya da imana sahip olanlar, dünyada her dönemde zelil olmuşlar, Ahirette de bunların, acıklı ve sürekli bir azaba girecekleri bildirilmiştir.
Günümüzde iman ettikleri iddiasında olanların içinde bulundukları zillet durumu, gerçekten iman etmemelerinden kaynaklanmaktadır. Onlar, iman ettiklerini iddia etmelerine rağmen söz ve fiillerinde teslim (Müslüman) olmadıkları için imanlarını şirkle karıştırarak zillet içine girmişlerdir.
"Onların çoğu, Allah'a şirk koşmadan iman etmezler.” (Yusuf, 106)
Şirk karıştırılmış bir imana sahip olanlar, yüce Allah'ı gereği gibi bilmemekte, bu nedenle O'na tam iman edip güvenmemektedirler. Bu da onları, başka güçlere ya da ilahlara inanmaya yöneltmektedir. Ancak bu durumlarını görmezlikten gelen müşrikler, kendilerinin şirk koşmadıklarını da iddia ederler.
"Sonra onların: 'Rabbimiz Allah'a andolsun ki biz müşrik değildik.' demelerinden başka çareleri kalmadığı." (En'am, 23)
Düşünsel ya da fiili olarak yüce Allah’a şirk koşan kimseler, yüce Allah’a iman ettiklerini zannederler.
Şirk, Rasulullah (as)’ın buyurduğu gibi karanlık bir gecede, kara bir kaya üzerindeki karıncanın hareketi gibidir, kolay kolay fark edilmez. Bu nedenle birçok kimse şirk içerisinde bulunmalarına rağmen kendilerinin müşrik olmadıklarını zannederler. Bu kimseler, imanla küfür arasında gidip geldikleri için sonuç itibariyle küfre girerler.
“Doğrusu o kimseler, iman ettiler, sonra inkâr ettiler; sonra iman ettiler, sonra inkâr ettiler, daha sonra inkârları arttı. Allah, onları bağışlamayacak ve onları (doğru) yola Hidayet etmeyecektir.” (Nisa, 137)

Loading comments...